Türkiye

Kadın Erkek Eşitliğini Güçlendirmede Sözün Gücünden Yararlanmak

“Tatlı dil insan kalbini çeken bir mıknatıstır, tatlı dil ruhun gıdasıdır, kelimeleri mana ile donatır, hikmet ve irfan nurunun çeşmesidir.”

Dil günlük hayatımızda bir iletişim aracı olmanın ötesinde, derin bir tarihsel geçmişe ve aynı zamanda bugünü ve geleceği inşa etmede büyük öneme sahip, yaşatan ve yaratan bir olgudur. O halde, yapıcı bir güç olarak hizmet edebilme potansiyeli olan dilimiz ve sözlerimiz kadın erkek eşitliğini güçlendirme bağlamında nasıl bir role sahiptir?

İşte bu soru üzerinde düşünceyi ilerletmek amacıyla, Türkiye Bahai Toplumu Dış İlişkiler Temsilciliği 8 Şubat 2022 tarihinde çevrimiçi ortamda Kadın Erkek Eşitliğini Güçlendirmede Sözün Gücünden Yararlanmak konulu bir etkinlik düzenlemiştir. İki saat süren ve 23 kişinin katıldığı yuvarlak masa toplantısı iki panelistin sunumları ve konuşmalarıyla başlamış, ardından tüm katılımcıların meşverete katkı sunduğu açık mikrofon şeklinde devam etmiştir.

Yaşam koçu ve NLP alanında deneyimi olan ilk panelist, konuşmasında dilin tarihsel evrimine ve beynin evrimsel gelişimi ile olan ilişkisine odaklanmıştır. Dil gelişiminin 200.000 yıllık, karmaşık dillerin ortaya çıkışının ise 50.000 yıllık bir tarihi olduğunu belirtmiş ve beynin 3 katmanından yani, sürüngen beyin, duygusal beyin ve görsel beyinden bahsetmiştir. Genel anlamıyla, şiddet eğilimi gibi durumların sürüngen beyinden; alışkanlıkları sürdürme, konfor alanında kalma isteği gibi durumların duygusal beyinden; örneğin cinsiyet eşitliğini sağlama isteği gibi tasavvur ettiğimiz amaçların ise görsel beyinden geldiğini dile getirmiştir.

Panelist, aynı zamanda kullandığımız dil kalıplarının gerek bu kalıpları kullanan gerekse bu kalıplara maruz kalan insanların algısı üzerindeki etkilerine de değinmiştir. Hem çevreye vereceğimiz yanıtlar bağlamında kendi algılamamızı, hem de dönüşüm yaratmak istediğimiz konulara dair karşıdakinin algılama tarzını iyi anlamak gerektiğini belirtmiştir. Bu anlamda, konuyu toplumsal cinsiyet ya da kadın erkek eşitliği bağlamında ele alınca, şayet zihnimizde kadına ve erkeğe yönelik belli kalıp yargılar taşıyorsak bunları dilimize de yansıtacağımızı belirtmiştir. Bu duruma örnek olarak, meslek sahiplerini cinsiyetlerine göre ayırmak, cinsiyetçi deyim ve atasözleri kullanmak gibi durumlardan bahsetmiş ve hatta bu cinsiyetçi kültürün kadınların kendi iç sesleri ve konuşmaları haline bile gelebileceğini ifade etmiştir.

Konuşmasını cinsiyet eşitlikçi bir dil ve kültürün birlikte inşa olacağına ve kendi içimizdeki ve dışarıdaki cinsiyetçi algının yıkılması için alışılageldik kadın algısına meydan okuyan sanatların ortaya çıkıp gelişmesinin, kendi iç sesimizin farkında olmanın, davranış ve söylemlerimizin eşitlik odağında olup olmadığına dikkat etmenin önemine değinerek tamamlamıştır.

Türkiye Bahai Toplumu Dış İlişkiler Temsilcisi olan ikinci panelist ise konuşmasına, insanı insan yapan öz itibariyle kadın ve erkeğin eşitliğinin bir gerçek olmasına rağmen henüz toplumsal gerçekliğimiz haline gelmediğini belirterek başlamıştır. Bu perspektiften yola çıkarak, dil ile içinde yaşadığımız gerçekliğin birbirleriyle olan ilişkisi, birbirlerini ne şekilde etkileyip değiştirdikleri ve gerçekliğin nasıl şekillendiği konularına değinmiştir. Bu noktada, önce dil mi yoksa kültür mü ortaya çıkar sorusu ile ilgili olarak Stanford Üniversitesinde yapılan bir araştırmanın sonuçlarını da paylaşmıştır. Bu araştırmaya göre, önce dilin var olduğunu, kültürün dilin üzerine şekillendiğini ve dilin kültürün özü ve kaynağı olduğunu belirtmiştir.

Toplumsal gerçekliğin insanların üzerinde uzlaştığı kelimelerden ve anlamlardan oluştuğuna, dil ve sözün iç dünyalarımızı birbirimize bağlayan ve evrene dair ortak tanımlamalara sahip olmamıza imkân tanıyan birer araç olduklarına değinen panelist, sözlerimizle yarattığımız algının toplumun gerçekliği haline geldiğini dile getirmiştir. Bu açıdan şayet dil ve söz böyle bir güce sahip ise; cinsiyetsiz, insanın asaletine vurgu yapan, birer bilgi sistemi olarak dinden ve bilimden yararlanan, bizi birleştiren unsurlara odaklanan, çeşitliliği takdir ederken “biz” ve “onlar” yaratmayan, kapsayıcı, eylemlerin eşlik ettiği, önyargısız ve tarafsız bir dil kullanmanın gerekliliğini ve dili bu şekilde kullanmanın nihayetinde böyle bir toplumsal gerçeklik yaratacağını ifade etmiştir.

Panelist konuşmasını sadece kullanılan dili değiştirmenin yeterli olmadığına, buna davranışların da eşlik etmesi gerektiğine değinerek tamamlamıştır. Bu noktada, toplumsal cinsiyet eşitliğini geliştirmede hem bireylere, hem kurumlara hem de tüm topluma sorumluluk düştüğünden de bahsederek, Bahai toplumunun bireylerde davranış değişikliğini amaçlayan “sözün gücü” odaklı çeşitli aktivitelerinden ve eğitim çalışmalarından söz etmiştir.

Panelistlerin konuşmalarını tamamlamaları üzerine, katılımcılar da konu hakkındaki düşüncelerini dile getirmişlerdir. İnsan kalbini açan bir anahtara benzetilebilecek olan sözün, medya, sanat, hukuk dili ya da günlük sohbetler yoluyla toplumsal cinsiyet eşitliğini geliştirmede oldukça önemli bir etkiye sahip olduğuna bir kez daha vurgu yapılmıştır.

Katılımcılar son olarak, her şeyin gelişip değiştiğinden ve her şeye evrimleşme gözüyle bakmak gerektiğinden bahsetmişlerdir. İnsanlığın ya da toplumun da bu şekilde evrildiğine, çocukluk, ergenlik ve olgunluk çağlarına sahip olduğuna ve bu nedenle artık sürüngen beyne ait eski dili geride bırakıp yeni bir dili, kadın erkek eşitliği gerçeğini yansıtan ve en nihayetinde bunun gerçekliğimiz haline de gelmesini sağlayacak olan önyargısız bir dili benimsemenin vaktinin gelmiş olduğuna değinmişlerdir.

Türkiye Bahai Toplumu Dış İlişkiler Temsilciliği, düzenlediği yuvarlak masa toplantılar dizisi ve aynı konuda gerçekleştireceği çeşitli etkinlikler yoluyla kadın erkek eşitliği diskur çalışmalarına devam etmektedir.

Bu yazıyı paylaşmak için: